Sunday, February 27, 2011

Pierre Hermé

Evet, demiştim Pierre Hérme'yi de deneyeceğim, yazacağım diye. Şimdi yazıyorum:

Pierre Hermé, La Durée'deki gibi oturarak servis alamazsınız, take away çalışıyorlar, bir kere bu aklınızda olsun. Ama Pierre Hermé'de de çikolata avantajı var, macaron ve tatlı haricinde. Ancak, fiyatları La Durée'den daha yüksek.

Ben sadece macaronlarını tattım. Onları karşılaştıracak olursam eğer, Pierre Hermé'de macaron çeşitleri La Durée'den daha ilginç, ona lafım yok. Yenilikçi karışımlar var, mesela işte kestaneyle yeşil çay ya da efendime soyleyeyim şeftali, kayısı ve safran gibi karışımlar yapmış La Durée'nin eski şefi Pierre Hermé. Macaronlar estetik olarak da daha süslü ve renkliler ona da lafım yok. Ama ben dokularını daha yumuşak buldum ve o La Durée'deki çıtırlığı ve yoğun aromayı bulamadım.

Benden bu kadar, denemesi sizden...

kısa kısa Paris vol. 2

Artık Milano'dayım ama Paris'te aldığım son birkaç notu da yazayım, belki birgün lazım olur birilerine:)

1)Herhangi bir gazete bayinden Officiel des Spectacle adli haftalık kültür-sanat rehberini 35 cent'e alarak, o hafta Paris'te sinema, tiyatro, konser, gösteri, sergi, konferans, festival ...vs ne varsa öğrenebilirsiniz. Hem de en ince ayrıntısına kadar. En ücra köşelerden en merkeze, en ünlü/popüler etkinliklerden en ünsüzlere...

Ben bundan en çok klasik müzik konserleri için yararlandım. Neredeyse yarısının ücretsiz olduğu bu konserlerde, yaş ortalaması genellikle 50 oluyor, bazen 40'a da inebiliyor:) Girişi ücretsiz olan konserleri de uyduruk sanmayın, çok iyi genç yetenekleri dinleme şansınız olabilir.

2)Paris'te döviz bozdurmanız gerekirse, sakın garlarda ya da turistik yerlerde bozdurmayın. Bourse duraginin oralarda, herhangi bir döviz bürosunda bozdurun. Başıma geldiğinden biliyorum, aksi takdirde 15 ila 30 euro arasinda bir kayıp söz konusu olabilir. Tabi zaten eğer ben değilseniz, muhtemelen Fransa'ya giderken yanınızda euro'dan başka dolar filan olmaz da, yine aklınızda bulunsun:)

3)Fransız bir arkadaşınız, bulaşık süngeriyle yer fayansını silebilir (Yere ayakkabıyla bastığımızı da hesaba katın lütfen). Bu durumda, ağzınızı kapatmayı unutmayın. Ve ona, bu yaptığının hiç de hijyenik olmadığını, o süngerle tabakları yıkadığımızı ve yere bastığımız o ayakkabıyla da metroya binip tuvalete girdiğimizi filan anlatmakla uğraşmayıın:) Deterjanı bu yüzden kullandığımızı söylemekle yetinecektir.

4)Başka bir Fransız arkadaşınız ise, mutfak evyesinde ayakkabılarını yıkayabilir. Bu durumda da 3. maddede verilen uyarıları göz önünde bulundurunuz.

Tuesday, February 22, 2011

EasyJet'le en pahalı nasıl uculur? Gelin benden ögrenin!

Her şey, Milano-Paris yolculugum icin Easyjet'ten bilet bakmamla başladı. Çok mutluydum çünkü o "her yerin birbirine çok yakın olduğu, bir yerden bir yere gitmenin çok ucuz olduğu Avrupa'da" iç uçuş yapacaktım. O Türkiye'den Avrupa'ya low cost uçamamaktan ötürü yıllardır içimizde birikmiş ezikliğime bir son verecektim. Şimdi intikam zamanıydı! Hahaha...  

Gerçekten de 53 Euro'ya GİDİŞ-DÖNÜŞ biletimi buldum, harika... sonra ustune vergi bindi. Dedim, " Ya Gulnur sen de, cimrilik yapma, hayatında ilk defa bu kadar ucuza ucacaksın, hala sımarıklık yapıyorsun.". Sonra, check-in'e verilecek bavulunuz varsa (olmaz mı!), 20 euro daha... Ona da tamam dedim, 90 euroya Paris'e gidip geliyorsun, fena mı!

Buraya kadar her şey cok duzgundu zaten. Ta ki, Milano'da görevli kadının bana el cantanızı (her kadının kolunda tasıdıgı cantadan bahsediyor) kabin cantanızın içine sokun diye cırlamasına kadar. Biraz inat ettim, bakın her kadının vardır kişisel çantası ve bu kabin bagajı sayılmaz. Yok efendim, her yerde yazıyormuş, "One Item" diye. Tamam da ben onu gerçekten 1 item olarak anlamadım ki:) 1 kabin bagajı anladım...Hayır zaten kontuarda, bir de bilgisayar çantamı kabin çantama sıkıştırmıştım:):) neyse, sinirlerim biraz yıpranmıs olsa da (herseyi bir cantaya sıgdırcam diye, itip kakıştırmaktan eşyalarımı, insanda sinir kalmaz tabi), Paris'e vardım. Easyjet'le olan munasebetimi de unuttum...

Ancaaaak, bugün havaalanında daha kotusunu yaşadım. Guya akıllanmıstım, tamam 1 item'a izin veriyorlardı, ben de herşeyi sıkıştırdım ve buyukce bir kabin cantası yaptım. Bildiginiz, spor cantası buyuklugunde bir çanta. Ancaaaak, Turk'un aklı her seye yetmiyor tabi. Benim spor cantamın, kabin standartlarına uymayabilecegini ( ya da EasyJet'in bu kadar sıkı kontrol edecegini:)) hesaba katmamısım. Yanımda elin gavurları benim cantamdan daha buyuk cantalarla(nerdeyse kucuk bavullar) çatur çutur geçiyor. Ben geçemiyorum! Neden? cunku benim çantam o igrenc kabin olculerine uygun kutunun içine girmiyor bir turlu. Sonuç olarak, ucağın kalkmasına 45 dk kala, guvenlik kontrolunden hemen once geri cevrildim. Yani check-in'den gecmeme ragmen. Hayda en bastan!

Ve sıkı durun! Extra bagaj için 25 euro, extra bagajdaki her kilo için 12 euro odedim. Sinirlerimin yıpranması da cabası. Emin olun o anda odedigim para, hiç umrumda olmadı, o kadar sıkılmıştım. O anda elimde olsa ve elimdeki her şeyi bırakıp gidebilsem gidecektim. Odemek de yetmedi, tekrar sıraya gir, bilmem ne...

He peki, Milano'dan gelirken "bir şekilde" geldim bir şey ödemeden de, Paris'ten giderken niye böyle şeyler başıma geldi? İşte o da, Italy vs. France!

İşte benim gibi bir Türk küçükhanım da Easyjet'le nasıl uculurmus, o kadar cok kıyafet tasımaya gerek varmıymıs, küçük/gereksiz hesaplar peşinde koşmak işe yarıyormuymus çok güzel öğrendi! (Umarım:))

Kıssadan hisse:
1)EasyJet'le ucunuz, ancak bagaj konusunda butun kuralları harfiyen uyguladıklarını unutmayınız. Kendi çapınızda küçük Türk çakallıkları yapmaya çalışmayınız, sinirinizin bozulmasıyla kalırsınız.

2)Kontuardaki gorevliye, "Bir şey yapamaz mısınız?" diye sormayınız:) Ya da terslenmeyi goze alınız, like I did:)

3)Gittiğiniz ülkenin milli kişilik özelliklerini göz önüne alınız!

Tuesday, February 15, 2011

kısa kısa Paris vol. 1

1)Metro tamam bizimkinden yaklaşık bir 100 yıl daha eski ama bu illa 10 yıllık bizimkinin daha temiz, Paris metrosunun süper kirli olduğunu göstermez, biliyorum. Ama bunu bilmem öyle hissetmemi engellemiyor:) Üstelik gerçekten çok kirli gözüküyor! Sonuç olarak, İstanbul'da olduğumdan çok daha temizlik/hijyen hastasıyım burda. Sürekli, metroya bindikten sonra ellerimi yıkayıp yıkamadığımı düşünüyorum. Bu ne demek biliyor musunuz? Yolda yürürken, elinizle bir şey yiyemeyeceğiniz veya en basitinden yüzünüze dokunamayacağınız anlamına geliyor:) Günde kaç kere ellerimi yıkıyorum bilmiyorum. Yıkama imkanım olmadığı zaman da, ıslak mendil imdadıma yetişiyor Allah'tan...

2)Burada her fotoğrafını çektiğim sokak sanatçısına(fotoğraf çektirerek para kazananlardan bahsetmiyorum) ayıp olmasın diye para vermekten imanım gevredi.

3)Cumartesi günü "How to become a Parisian in one hour" adlı oyunu izledim. Çok başarılıydı, çok güldüm. Ukala Parisliler hakkında hislerime tercüman oldu. Oyunun tek oyuncusu Olivier Giraud, bu oyunu oynamak için bütün tiyatroları dolaşmış. Ama herkes onunla dalga geçmiş, Paris'te Paris'lilerle dalga geçen tek kişilik bir oyun oynayacaksın ve üstelik bu İngilizce olacak, olacak iş değil demişler. Biz gittiğimizde, salon ağzına kadar doluydu. Salonun yarısı fransız, yarısı yabancıydı ve oyunun sonunda herkes çok çok eğlenmişe benziyordu. 

İşte aşağıda oyunun afişinden bir bölüm:

Come and discover the only one man show in Paris
You love Paris but you think that parisian are rude! You're right, they are!
You are too nice and you want to become arrogant!

Rica ediyorum aşağıdaki video'yu izleyin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Saturday, February 12, 2011

Korku ve Paranoyalarım @Paris

Evet itiraf ediyorum, ben burada metrolarda çok korkuyorum. Hem gece, hem gündüz. Ama daha çok gece... Gece dedigim de, zaten metro haftaiçi 1, haftasonu 2'de kapanıyor. Saat 10'dan sonra rahat rahat korkabilirsiniz ama.

Aslında hiç de ırkçı sayılmam, oldukça hümanistimdir de aslında. Ama kendimi engelleyemiyorum, korkuyorum işte zencilerden, napayım...Hep o Amerikan filmlerinin New York'ta bir ara sokakta masum bir beyazı köşeye  sıkıştıran zenci profili yüzünden oluyor bunlar! Sanki göz  göze gelirsem, onla dalga geçtiğimi, küçümsedigimi sanacak diye ödüm kopuyor.

Ve geçen gün, saat 11 filan. Poissonière'de indim, çok tedirginim, çünkü Pazar akşamı ve kimse yok sokakta ve ben topuklu ayakkabılarım ve kabarık saçlarımla acele acele yürüyorum dikkat çekmemeye çalışarak... ve evet, sonunda oldu korktuğum. Bir Doğulu tipli(zenci değil), yanıma yaklaştı, " Bon soir Mademoiselle" dedi ve benim o anda kalbim normal hızının 15 katı filan hızlı atmaya başladı. Tek tesellim, daha bir saat önce bu korkumdan bahsettiğim arkadaşlarımın bana "En fazla konuşurlar, action'a geçemezlar." demiş olması:) Neyse öyle de oldu nitekim.

Hemen ertesi gün, saat 8 filan. Gare du Nord'a(Garların olduğu mahalleler de pek tekin sayılmaz) yürüyorum, yine tedirginim ama saat daha erken... Bir önceki akşamı düşünerek, şunu diyorum kendi kendime: "Bence esas korkulacak olanlar zenciler değil, Doğulular belki de." Evet, aklımdan bunu geçirdikten yaklaşık 30 saniye sonra, bir zenci yanıma yaklasıp, adımı sordu, korkudan napacağımı bilemedim tabi ki... Acaba "I don't speak French" mi desem diye düşündüm:) Sonra tabi ki de cevap vermedim, o da agzın yok mu, niye konuşmuyorsun filan dedi, sonra gitti.

Bir fransız arkadaşıma göre, Paris oldukça güvenli, bunda korkulacak hiçbir şey yok ve insanların seninle konuşmalarını yasaklayamazsın... Bu mudur yani!?!



Peki Istanbul çok mu güvenli? Tabi ki de hayır... Ama işte, galiba bilmedigi seyden korkuyor insan...

Thursday, February 10, 2011

Pierre Hermé, yeni fotograf makinem ve Darty

Arkadaşım Antoine'dan öğrendiğime göre artık La Durée out, Pierre Hermé in'miş. Hem La Durée artık çok turistikmiş, hem de Pierre Hermé'nin makaronları daha iyiymiş. Pierre H.'nin çikolataları ve pastaları da daha iyiymiş ama biraz daha pahalıymış. Bakalım neymiş bu Pierre Hermé yakında göreceğim, tadacagim ve buraya yazacagim:)
PS: Bugün Mathilde'den öğrendiğime göre de Pierre Hermé zaten La Durée'nin eski şefiymişmiş:) Dedikodu rocks!

İkinci olarak da, dün Darty'de 1 saat süren fotograf makinesi alma girişimim sonunda Canon EOS 550D'mi almış bulunuyorum:) Darty'de çalışanların yavaşlığı, sistemlerinin verimsizliği sonucunda arkadaşımla olan randevumu da iptal etmek zorunda kaldım. Bir de makineme tüm dünyada geçerli bir sigorta yaptırdım, olur da düşürürsem, çalınırsa, suya düşerse vs. diye. Sizin de aklınızda bulunsun... Ancak makinenin Darty tarafından verilen 2 yıllık garantisi, sadece üretim hatalarını kapsıyor. Ve eğer makinede bir sorun çıkarsa, Fransa Darty'e göndermem gerekecek. Hani nerede küreselleşme? Nerede çokuluslu, devlet gibi dev şirketler? Bir yerlerde bir yanlışlık var...

Wednesday, February 9, 2011

Fotograf Sergisi @Paris

Evet, dun 1i cok ilginc digeri az ilginc olmak uzere 2 fotograf sergisine gittim.
Çok ilginç olanından bahsedeceğim sadece, Peurs sur la Ville( Sehir üzerine korkular)... Tespitler:

-Hahaha onlar da Dogulular gibi acı cektiler bir vakitler. Bkz. II. Dünya Savaşı'nda Paris'in işgali.
Barikat-1944 Paris

-Onların da polisleri insanları tekmelediler, yaraladılar ve hatta öldürdüler protestolar esnasında. (Bkz. 1961 Katliamı-Cezayirlilerin bağımsızlık için Paris'te yaptıkları isyanlar sırasında- ve bkz. Mayıs 1968-öğrenci ve işçi gruplarının müthis isyanlar çıkardıkları ve Fransız toplumunun bugunkü sosyal yapısının temeli olarak görülen dönem)

Paris- Mayıs 1968

Peki yıllardır barışın, özgürlüğün ve demokrasinin hüküm sürdüğü bu şehir, tekrar bir savaşa sahne  olur mu? Hayal etmek bile zor, değil mi?

İşte, serginin son kısmı bunu hayal etmenize yardımcı oluyor.Yıllardır barış içinde yaşayan Paris'i; Beyrut, Bosna, Afganistan ve Çeçenistan'daki savaslara tanıklık etmis Patrick Chauvel'in savaş içinde hayal etmesiyle ilginç fotograflar ortaya çıkmış. Chauvel, oralardaki savaş sahnelerine arka plan olarak, Paris'in en bilindik, en estetik, en huzurlu mekanlarını eklemiş ve aşağıdakiler ortaya çıkmış.


Arc de Triomphe(Zafer Takı) savaş esnasında
 Pont Alexandre III

 Montmartre
Ne dersiniz? Paris de bir gün bir New York olabilir mi?

 
La Tour Montparnasse(Şehrin en yüksek yapısı) boooommm!?!




Monday, February 7, 2011

La Durée(Paris)

Bugün, Jardin de Tuileries'deki Musée d'Orangerie'den sonra rue Royal'deki La Durée'de tatli-kahve molasi hediye ettim kendime. Zaten hava inanılmazdı, Jardin de Tuileries insanı mutlu etmek icin yetiyordu. Ama ustune, "Millefeuille pralinée"(Pralinli Milföy), gunumu taclandırdı.:) Kesinlikle yerken, kendimden gectim. Hic bitmesin istedim...vs:)

Yani, özet: La Durée'de sadece macaron degil, tatli da yiyiniz.

Musee d'Orangerie (Paris)

Evet, bugün Musee d'Orangerie'ye gidildi. Orangerie; Louvre, Musee d'Orsay ve Centre Pampidou'dan sonra eger vakit varsa mutlaka gorulmesi gereken bir müze. İlk sebep, Monet'nin inanılmaz buyuklukteki Nympheas eserleri (Giverny'deki bahcesini resmettigi, aynı seyden yola cıkarak kac kere nasıl bu kadar farklı hissettirebilir dye dusunduren eserleri)

Ikincisi, Renoir ve Cezanne'in hatiri sayilir sayida eseri.

Ucuncusu de, Modern Primitifler olarak siniflandirilan Douanier(Rousseau), Amedeo Modigliani ve Marie Laurencin gibi benim daha once karsilasmadigim sanatcilari barindirmasi. Onlari gormek, Picasso ve Matisse'le(onlarin da eserleri sergileniyor) karsilastirmak acisindan faydali. Aralarindaki benzerlikler insani oldukca sasirtiyor.Özellikle, bu kadar benzerlikler varken, neden onlarin adını daha önce duymadıgımız(en azından cogumuzu varsayıyorum) sasırtıcı...

Kucuk bir not: Müzede butun açıklamaların ve etiketlerin sadece Fransızca olmasını boyle onemli ve buyuk bir muzeye yakıstıramadım.