Sunday, November 18, 2012

Belçika Notları 1

Evet, kimilerine göre "Oh bedeva Avrupa tatili ne rahat, üstüne bir de para kazan" falan filan. Bir de şöyle bakalım lütfen şu Belçika macerama...


Buraya gelmeden önce tabi ki manikür yaptırdım, maksat ilk iş günlerime süper şık ve kusursuz başlamak. Ding-dong! Geldiğimin 2. ve 3. günü pazarlama event'inde koli taşıdım, koca katalogları yerleştirdim, çöp attım, bayrak astım. Tüm bunlarda, işin yüküne aldırmaksızın o manikürlü ellerimi maksimum muhafaza ettim, ettim de; ne zaman ki bisiklet kiraladım, onun kilidi osu busu derken manikürü koyverdim gitti. O gün bugündür bisiklet şartlarına uygun yaşıyorum.

"Alkol alamam, bisikletle geldim."
"Bisikleti ...'ya bıraktım, gelemem." ... gibi.

Kaldığım öğrenci rezidansında 18'lik gençlerin gürültüsünden uyuyamadığımın ertesi günü, bununla başa çıkamayacağımın farkına vardım ve haklı ama mutsuz(ve uykusuz) olmak yerine yenilgiyi kabullenip bir eczaneden silikon kulak tıkacı aldım. Belçikaya geldiğimden beri yaptığım belki de en doğru hareketti. Ya da hayatımın en olgun ve bilge hareketi. Şimdi kafam rahat: Beyin bedeva. Sesin seviyesine göre silikonu biraz daha bastırıyorum kulağıma, o kadar.


Buraya gelirken, bir sürü topuklu ayakkabılar, ipek gömlekler, saten bluzlar, minicik etekler getirdim. Şimdiyse, pedal çevirirken canım ayakkabılar zarar görmesin diye giymiyorum. Diğerlerini giymeme sebebimi açıklamama çok da gerek yok: BURASI SOĞUK.

Tamam medeniyetten biz de biraz olsun anlıyoruz da, mağazaların haftaiçi 18.00'de kapanmasını anlamak kabil değil, lütfen mantıklı olalım. Diyelim ki(olmaz da), ben çamaşır yıkamaya üşenmişimdir ve temiz çorabım kalmamıştır. Bir çift çorap alamayacak mıyımdır ben iş çıkışı? İşten izin mi almalıyımdır çorap almak için, yoksa temiz çorap giyebilmek için haftasonunu mu beklemiliyimdir?
 
Son söz olarak, Belçika'nın 3 ünlü şeyi var: Bira, çikolata ve patates kızartması. 3ünün ortak noktası: Kilo aldırması.

Yahya Kemal'in dediği gibi Belçika'nın en güzel yanı, Paris'e yakın olması:)

Bruges'den sevgiler...

Snapshots from Milan

Asağıdaki yazı, Milano'dayken Twitter'a yazdıklarımdan yola çıkılarak geliştirilmiştir:

Fuck the 3 Fass(Free elective) credits!
Böyle terbiyesiz bir giriş yapmak istemezdim ama öyle işte. Aldığım 4 dersten 3ünün hocası şeker gibi insanlardı. Biri doğru dürüst sınav kağıdıma bakmadan tam puan verdi. Diğeri(ekoloji hocası), "Benim bölümüm değil, n'olur yardım edin, hiçbir şey anlamıyorum." dedim, "şu 2 konuyu çalış, sözlüye gel sadece!" dedi. Ama bu 4.sü burnumdan getirdi işte! Whatever...

Parti yaptiklarinda sokagin basindan seslerini duyurabilen yurt arkadaslarim var.ah su akdeniz ruhu...
Fazla yoruma gerek yok, İtalyanlar ve İspanyollar yanyana gelmeye görsün...

Sinav esnasnda telefonunu acan,ogrencilerle proje hakkinda konusan,sesli klavyeyle mesaj yazan hocalar var burda...
Hoca, sınav salonunu rezerve etmediği için sınavın  ortasında kağıtlarımızı elimize alıp başka salon aradığımız da oldu. Sınav tarihini "Daha hazır değilsiniz" deyip, bir hafta ileri alan hoca da gördüm. Sonradan esas sebebin o tarihte şehirdışında olmasını keşfettiğim de oldu. Hay Sabancı'nın sistemini seviyim.

Bugun bacagimdaki avuc buyuklgnde kasinan kizarikligin cok tehlikeli zehirli bi hayvandan oldugunu dusunurken sadece Milano sinegi oldugunu ogrenmem... Sirf bu yuzden hemen yarin donerdim Turkiye'ye...(Burda hala vermem grken sinavlar olmasaydi)